Kayıtlar

MUTLU SON VAR MIDIR? YOK MUDUR?

 Hepimiz küçüklükten beri anlatılan hikayelerden o kadar alışmışız ki herşeyin mutlu son olacağını düşünme eğilimine sahibiz. Oysa gerçekten mutlu son diye birşey yoktur. Bu kanıyaaraştırarak ve bazı yazarların bazı kitaplarını okuyarak geldiğim bir noktada sizlere de sunmak istedim. Örneğin Jack London'un Martin Eden kitabı üzerinden gidelim. İlk sayfalar işçi sınıfından bir erkeğin burjuva sınıfından bir kıza aşık olmasıyla başlıyor. Çocuk kendini üst sınıfa kabul edilmesini sağlarken okudukça okuyor. Bu sırada kendi benliğini farkına varıyor. İyi bir yazar oluyor. Güzel paralar kazanıyor. Ama aslında onun kabul edilmesi kendi benliğinden kaynaklı değildi. O aynı insandı. Sadece zengin olmuştu. Ve bu süre zarfında varoluşsal sancılar seçti. Kitap normal bir okuyana göre çok ağır bir kitap olmasına rağmen içinde derin kuşkular uyandırmayı başaran bir kitaptır. Ama kitabının sonunda varoluşsal sancılarının tek ilacı vardı ve onu yapmak zorundaydı. Kitaptan mutlu son beklerken hayat...
  AİLE TERAPİSİNDE KULLANILABİLECEK TEKNİK (ÜTOPYA) Ben bir kuram ortaya atmak istesem öncelikle ailelerin günümüzde gelişen teknolojiyle birbirleriyle ilgilenmemesine teknolojiyle çok fazla zaman geçirerek kişinin çocuklarına yada eşine zaman göstermemesinden kaynaklı sorunlara el atmak isterdim. Mesela en basit örneğiyle olumlu pekiştirme özelliğinden gidersek ben kuramımda buna izin vermem. Çünkü çocuğa ödevlerini yaparsan telefonla oynarsın ya da odanı toplarsan para veririm gibi şeyler aile değerlerini yıktığını düşünüyorum. Çocuk ilerde büyüdüğünde hep bir şeyler istediğin de ödül bekleyecek. Onun yerine çocuğa ödevlerini yaparsan daha mutlu olacağını sorumluluklarının bilmesi gerektiğini anlatmak daha önemlidir. Bu sayede çocukla aradaki ilişki de kuvvetlenir. Yada aileler için benim önerim belli başlı ilgi günlerinin olmasını sağlamak, bu bir gün olabilir bir saat olabilir. Kişilerin kendi arasında anlaşarak belli bir zaman içerisinde teknolojiden uzak durarak o saatleri ...
Resim
  Batıda gerçekleşen SANAYİ DEVRİMİ’nin aile kurumu  üzerindeki etkileri nelerdir? Sanayi devriminin bir çok alana etkileri olmuştur. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi toplumun en küçük yapı taşı olan ailedir. Sanayi devriminden önce aileler kalabalık ortamlarda işlevlerine devam ederken sanayi devriminden sonra daha küçük yapı olarak çekirdek ailelere dönüşmüştür. Sanayi devrimiyle birlikte kadının iş gücü alanları artmıştır. Kadının iş yaşamı hayatına girmesiyle ataerkil bir toplumdan daha eşitlikçi bir hayata dönüş yapılmıştır. Çocukların eğitim seviyesinde artık gözlemlenmiştir. Tabi bunların yanında olumsuz etkiler de vardır. Boşanma aileler için artık normal bir kavram olmaya başlamıştır. Evlenip boşanmalar artmıştır. Kadınların ve erkeklerin evlilik dışı ilişkileri normal gelmeye başlanmıştır. Evlilik dışı çocuk dünyaya getirmek de bu sorunlardan biridir. Sanayi devrimiyle birlikte iş hayatında makineleşmelerin artmasıyla işsizlik yoksullukta artmaktadır. Bunlar da ...
 GEORGE ORWELL-1984 KİTABININ KENDİ ÇAPIMDA ANALİZİ Bugün tüm Dünya'da bilinen ve çoğu insanın ve siyasetçinin okuduğu bir kitaptır. Türkiye'de de arada sırada siyasetle ilgili bir şey olduğunda herkes 1984 kitabından bir şeyler söyleyerek yapılan şeylerin yanlış olduğunu savunmaya başlar.  Kitap distopik bir özellik olmasıyla birlikte bir siyasetçinin özellikle okuması ve okutulması gerektiği bir kitaptır. Kitabın içeriğine gelirsek Winston adında bir karakterin siyaseti sorgulamasıyla başlıyor. Winston aslında bulunduğu durumun içinde mutlu değildir. Büyük Birader ülkenin başındaki kişidir. Genellikle gün içerisinde tele-ekran dedikleri cihazların her parti üyesinin ve önemli kişilerin evinde sizleri gözetleyen bir cihazdır. Ne yaparsa yapsınlar izlenmektedirler. Gün içerisinde 2 dakikalık nefret denilen videolar tele-ekrana gelerek Büyük biraderin eskiden baş düşmanı olan başka bir siyasetçi Emmanuel Goldstein'in yüzü çıktığında herkes ondan nefret eder, sinirini atardı....

MUTLULUĞUN YOLU

Bazen internette gezinirken karşımıza belli yazılar çıkar. İşte mutlu olmanın yedi yolu, mükemmel olmanın beş yolu gibisinden.. neden sürekli bir algı içerisindeyiz. İnsanlar neden hep bir kalıp içerisine sokulmak zorundadır. Mutlu olmanın beş yolu diyorlar. Bu mutluluk kime göre mesela ? hepimizi kapsıyor mu ? yada mutlu olmak demek çok paramızın olması mı demek ? Ya da herkese komik geldiği düşünülen film diziler mi ? Herkesin mutluluk anlayışı farklıdır. Herkesin zevki farklıdır. Bugünlerde bakıyorum da herkes tek tip olmuş. Ortam içerisinde beğenilmek ön plana çıkmak için gündemde olan kitabı okuyor, onunla ilgili yorum yapıyor. Çok beğendiğini söylüyor ? Peki neden ?  İnsan sevmediği kitaba sırf dışlanmamak için neden beğendim der ki... Ya da toplum içerisinde ön planda olmak üstün olduğunu göstermek için neden okumak istemediği kitabı okur ? Gün içerisinde de böyledir aslında. Sırf yapmak istemediğimiz şeyleri kurallara uymak için yapıyoruz. Öyle olması gerektiğini düşünüyoru...

Franz Kafka Dava kitabını yorumlama

Dava kitabının analizini yaparken makaleden daha çok köşe yazısı, sohbet niteliğinde olacak. Öncelikle Franz Kafka'nın dava kitabının baş karakteri Josef k. bir banka şefidir. Bir gün evinde otururken evine bir anda polisler geliyor ve suçlu olduğunu belirtiyorlar. Oysa suçu yoktu. Bunun üzerine polislerin derdini polis şefine anlatırsın ve karşısına böyle pijamayla çıkamazsın takım elbise giymen gerekiyor deniliyor. Polis ve polis şefinin rütbe olarak birbirinden farkı açıkça belirtilmiştir. Ayrıca polisler şefleri de hakimler karşısında aynı tepkiyi vermektedir. Burada bir suçu olmasa da josef k artık sürekli davayı düşünmeye başlamıştır. Ressamla karşılaşan Josef k. mahkeme herkestir herşeydir dediğinde josef k nın aklı çok karışıyor. Avukatların da büyüğü küçüğü vardır. Büyük avukatların hakimin gözünde daha büyük olduğu her şekilde daha ön planda olduğu avukatlardır ve bu avukatlar her davaya bakmadıkları gibi istedikleri davayla ilgilenebilme hakkını sahipti. Herkesin bir üst...

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ANALİZİ

  İSTANBUL SÖZLEŞMESİ Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, kadına şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel şartları ve devletin bu konudaki sorumluluklarını belirleyen uluslararası bir anlaşmadır. Avrupa birliği   ve 46 ülkenin de desteklediği bu sözleşmeyi   Türkiye 11 Mayıs 2011'de Sözleşmeyi ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011'de parlamentosunda onaylayan ilk ülke oldu. S özleşmenin amacı adından da belli olduğu gibi Kadınları her türlü şiddetten korumak, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele etmek, şiddeti önlemek ve kovuşturmak; Kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirerek, gerçek anlamda kadın erkek eşitliğini teşvik etmek;   Şiddet mağdurlarını korumak ve desteklemek,   Şiddetle mücadelede tüm kurum ve kuruluşlar arasında işbirliğini sağla...